20 Kasım 2009 Cuma

Özlemle andığım kitapçılarımın yerini tutar mı hiç internet?

Kitap alırken peşinden gittiğim yazarlar var. Buradaki cümle gerçekten bohem bir tavırla kurulmadı. Her iyi okur gibi benim de damak zevkim zamanla gelişip yerleşti. Çok satanlara karşı duruşum, popülerliğinin geçmesini pusuya yatarak beklemek oldu. Kitaplar konusundaki bu seçiciliğim, şimdi iş okuyamamaya kadar vardığı için "sürükleyici olsun da en azından eski alışkanlığımı geri kazanayım" noktasına kadar vardı. Hal böyleyken ve okuyamamaktan muzdaripken belki dedim durup dururken ben favori kitapçılarımı özlüyorumdur da bunun eksikliğini yaşıyorumdur. Üç favori mekanım vardı İstanbul'da, şimdi o dükkanların kokularını özlemle anıyor, içerideki sıcak diyalogları çok arıyorum.

Mesela ilk mekanım Simurg. Gerçi ben İstanbul'dan ayrılmadan önce dükkan ikiye bölünmüş ve o eski tadı kalmamıştı. Simurg'un eski güzel günlerinin sefasını sürenlerdendim diyelim, şimdi nasıldır bilmiyorum. Orasının ayrı bir elektriği vardı inanır mısın? Mesela çok haylaz, gevşek bir lise öğrencisini alıp o dükkana bıraksan eminim ilk dakika havayı koklar ve yola gelirdi. İçeride kitaplara bakan, dokunan ve içlerine göz atanlara, oranın müdavimi olsun olmasın çay servisi yapılırdı ve etrafta zilyon tane kedi dolanırdı ki her kedinin hikayesi ayrıydı. Oradaki kedilerden zihnimde en çok kalan "üç ayak" olmuş bak. Gözleri gibi baktıkları bu kedi, canavar, sevimli ve üç ayak. İsim konusunda çok yaratıcı davranmamışlar kabul ediyorum.

İkinci mekan Pandora. Bir zamanlar yazarlara dair harika illüstrasyonlardan oluşan ve yanılmıyorsam tasarımı Savaş Çekiç'e ait kitap ayraç hediyeleri vardı. Son 4 yılda 3 farklı evde yaşadığımı düşünürsek, taşınırken ve her taşınmada biraz olsun eksilirken sakladığım ayraçlar kayıplara karışmış, o nedenle ayraçlara bakıp tasarımcısı kimmiş diye bakıp kopya çekemiyorum. İşte Pandora mutlaka uğradığım, aradığım kitap yoksa sipariş verdiğim ve geç olsun oradan olsun dediğim bir vazgeçilmez kitapçı oldu benim için.

Üçüncü mekan İstiklal Caddesi No: 389 Robinson Crusoe. Büyülü bir vitrini var. Mesela orada sergilenen kitaplar sanki daha bir tılsımlı, daha bir albenili, daha bir şeydir işte anla. Orada da hep fotoğrafa dair şahane albümlere rastladım, çalışanların bilgisine hayran kaldım.

Hal böyleyken şimdi kalk ve internet üzerinden sipariş ver. Hiç makul ve keyifli gelmiyor ama başka seçeneğim yok malesef. Burada içine girip kendimi iyi hissedeceğim bir kitapçı bulamadım. Bu nedenle dün ilk defa internet üzerinden kitap alışverişi yaptım. Hani iki gün önce sitemsel bir post ile okuyamama hastalığına yakalandığımı duyurmuştum ya, işte o hastalıktan beni kurtaracak olanın yeni kitaplar olduğuna karar verip kendimi sürükleyici olduğuna inandığım kitapların ellerine bırakacağım. Ama tabi önce kargonun beni bulması gerekiyor, heyecanla bekliyorum.

3 yorum:

kara kitap dedi ki...

istanbul'un o büyülü kitapçılarını duymuş hiç yaşamamış,izmir'deki küçük kitapçıları bile bursa'da özlemle anan biri olarak ben iki yıldır internetten alışveriş yapıyorum.maalesef bursa da kitapçı konusunda çok kısır.kitapçı sıfatına sahip tek yerler d&r.düşün artık.ama bir hayalim var :) piyangodan para çıkmasını bekliyorum.

çello çalan kedi dedi ki...

kara kitap, bence hayalindeki kitapçı dükkanı seni bekliyor, piyangolu piyangosuz nasıl olur bilmem ama umut her zaman güzeldir.

geveze baykuş dedi ki...

bilim ve sanat kitapevi vardı, kokusuna bayıldığım, yerler ahşap, tavana kadar kitap... alt katında ufak bi masa, arkadaki gizli kapı çay demlenen odaya açılır, sohbete gelenlere ikram edilir... ankara'ya döndüm ki ne göreyim! bilim ve sanat cafe olmuş, kitaplar üst kattaki bi daireye taşınmış. çıkıp bakmadım bile, çok canımı sıktı o hal. hala aklımda ama, gidip de bakmıyorum işte inattan.