24 Temmuz 2011 Pazar

Leş

En son kitap alışverişimde elim Ferit Edgü'ye gitti. Öyküsever olduğumu söyleyebilirim ya pekala, bu adamı tanıyıp bilemediğimi de utanmadan söyleyebilirim. Hakkında neredeyse tek kelime bilmiyorum. İşte bir cuma gününe denk geldi tanışmamız. Suç ve Ceza'ya başlamamın üzerinden tam üç hafta geçmişti. Raskolnikov ile aramızda başlayıp gelişen o muazzam üç haftalık ilişki, kitabın son sayfasını da okuyup kapattıktan sonra elbette bitmedi.
Zihnimde Rasko'yu taşımaya devam ettiğim o sabah hava günlük güneşlikti. Bilindik, tanıdık sıcak bir temmuz günü. İş çıkışı soluğu Limon'da aldım. Ferit Edgü 1953 ile 2002 yılları arasındaki öykülerini elimde tuttuğum bu kitapta toplamış. Adını Leş koymuş. Ağustos böcekleri tepemdeki ağaçların dallarına saklanmış ortalığı yaygaraya veriyorlar, o an okumakta olduğum şiir gibi öykülerle arama girip neşe içinde Limon'un müziğini bastırıyorlar. İki ay sonra bu sesleri duymak istesem de duyamayacağımın bilincindeyim.

Neden elimdeki kitabın adı Leş? Ferit Edgü şöyle açıklıyor, paylaşmayı uygun görüyor;

"Bugüne değin hiç kimseyle paylaşmadığım bir anıyı, sırasıdır burada okurla paylaşayım.

Yıllarca önce, yanılmıyorsam, Sait Faik ödülünün Bir Gemide'ye verildiği sıralarda, bir akşam telefonum çaldı. Karşımda tanıdığım bir ses, bir kadın sesi, kendisiyle konuşacak birkaç dakikam olup olmadığını sordu. (Tanıdığım insanın sesi olamazdı bu, çünkü o çoktan ölmüştü.) Tabiî ki vardı. Adını sorduğumda, " Beni tanımazsınız, dedi. Önemi de yok." Sonra "Bir zamanlar Leş adlı bir öykünüzü okumuştum, diye sürdürdü konuşmasını. Merak ediyorum, hâlâ, arada bir de olsa, teknenize gelip yapıştığı oluyor mu?.."

Donup kalmıştım.
Hemen yanıtlayamadım. Uzun bir süre sustuktan sonra, bilmem niçin yalan söyledim:

"Hayır, kurtuldum ondan."
"İşte buna memnun oldum" dedi karşımdaki ses.

Sonra bana mutluluklar dileyerek kapadı telefonu.
İşte bu nedenle, Baudelaire'in bir şiirinden ödünç aldığım başlığı seçtim bu kitaba : LEŞ

Kitabı okumaya dalmıştık ki, gizli bir ses sanki düdüğünü öttürdü, bir fabrikada işçiler bir anda nasıl makineleri kapatırlarsa, fabrika binasına nasıl bir sessizlik yayılırsa, öyle. Hep bir ağızdan sustu Ağustos böcekleri. Vardiyaları bitmişti.

Bitmeden hemen önce elime fotoğraf makinemi alıp 34 saniyeyi kayda geçirdim. Bir im olsun istedim, Leş'in imi.




Günün finali; daha önce yağmurlu bir cuma akşamı gittiğim Limon'dan, bu kez gittiğimde yağmursuz, kalktığımda dev yağmur damlaları eşliğinde ayrıldım. Üzerimde ince askılı bir şey, eve dönene kadar, yağmurun etrafa yaydığı ağaçların kokusu, haftalardır sıcaktan kavrulan otların suya doyamamaları, toprağın çatlakları, ben motorun gazına bastıkça göğsümü döven yağmur...

11 yorum:

Adsız dedi ki...

Bu sesi özlediğimi biliyordum . Her yaz memlekete gittiğimde bir ağaç gölgesi bulur , iki sayfa okur , sese takılıp tebessüm eder ve okumaya devam ederdim .

endiseliperi dedi ki...

ne hoş bir gün! yağmurla bitmesine nasıl sevindim. ağustosböceği vardiyasının bitmesi sözünü nasıl sevdim. filme bayıldım. edgü'nün anısı çok sihirli, gizemli geldi. bir kitabını okudum onun, pek tanımıyorum.

yazıyı okuyunca ağustosböceği sesini ayrıştırmak için kulak verdim, ama hayret burda yok. çünkü ağaç, çalılık yok. moda bomonti d e olsam keşke şimdi diye düşündüm. kocaman, karmakarışık ağaçların arasından masmavi deniz görünüyor orda ve kuşlar, böcekler... başka biri olsaydım, bu yazıdan sonra hazırlanıp çıkmıştım şimdi. yazık.

öpüyorum çok. teşekkürler bu yazı için. sevgiler, pirinç'e oğuz'a selamlar.

çello çalan kedi dedi ki...

Zedka, ne değişik bir isim. Dilimize yakın değil. Tanıdık olmayan bir yüz gibi. Söyledikçe kanıksayacağım ama söz ;)

İnsanın memleketinde bekleyen bir ağacının ve gölgesinin olduğunu bilmek de güzel olmalı. Günün birinde hani o tanıdık mekana evrilip de geleceğini bilmek güzel.
Teşekkür ederim Zedka. Uğradığın için, o ağacın gölgesini buraya da düşürdüğün için.

çello çalan kedi dedi ki...

Sevgili Peri, burada şöyle bir düşünce geliştirdim, bu yağmur, şimdi mahsüle iyi mi gelecek kötü mü? Ekinler (aslı buğday ama buradaki halk ekin dediği için ekin demeyi tercih ediyorum)çoktan tarladan kalktığı için tarlalar ayçiçekleri ile dolu. Bu yaz başı bir çiftçiye rastlamıştım da bir önceki gece yağan yağmur var ya hani o iyi mi gelmiştir? diye sormuştum, çiftçi gülen yüzüyle "iyi ne kelime o akşam gökyüzünden altın yağdı altın" deyivermişti de sevinmiştim.

Cuma akşamı yağan yağmur da iyi gelmiş olmalı, çünkü son günlerde yağmur yağmadığı için özel olarak su yüklü tankerlerle tarlaları, ayçiçeklerini sulamaya gidiyordu çiftçiler geçenlerde, görmüştüm.

Çiftçilik de yemek yapmak gibi sanki peri, hani yemeğe katacağın bir ürün tam zamanında katılırsa süper bir şey olur da, zamanını kaçırırsan ziyan olur, öyle. Ben sadece ekilmiş olan ürünün gelişimin hangi aşamasında olduğunu anlayamadığımdan ve hangi aşamada iken gereklidir yağmur tam kestiremediğimden, her yağmuru sorma gereği duyuyorum.

Dışarı çıkmamış olmana rağmen yine de sevindim Peri, bu çok sesli böceklerin sesinin seni de sevindirmesine, gerçekten.

Adsız dedi ki...

Zedka, Coelho'nun bir roman kahramanı .. Veronika Ölmek İsityor'la tanıştık ve ayrılamıyorum ondan . (:

Memleketler .. Bazen içlerindeki insanların hepsinin ağaca dönüşmesini dilettirebiliyor bana . Beklendiğimi bilsem de hep bir tarafım eksikmiş , yabancıymış gibi geliyor . Ben teşekkür ederim (:

çello çalan kedi dedi ki...

Peri, sana Ferit Edgü konusunda bir şeyler yazacaktım, iznin olursa. Şu da var ki, ben okuduğum kitaplar ve izlediğim filmleri yazma konusunda çok başarısızım. Kendi cümlelerimi bulamıyor gibi hissedip çoğunlukla susuveriyorum.

Ben beklentisiz başladım bu kitaba. Herşeyden çok, tanımayı isteyerek. Ve itiraf ediyorum ki, okuduklarımdan çok etkilendim. Elime simli bir kalem aldım, ilgilendiğim öykülerin başlıklarının yanına diez işaretleri koydum. Oğuz bilgisayarın başında oyun oynarken ona bu öyküleri okudum. Sesli okumaları seviyorum. Ferit Edgü'yü de sesli okurken çok sevdim. Doğu öyküleri benim zihnimde çok güzel yerlere oturdu. Yalınlığa bayıldım.

Ben bu kitabı bitirdikten sonra da, tıpkı senin kitap falı bakarken yaptığın gibi açıp açıp kısa kısa okuyup kapatacağım düşüncesindeyim.

Yalın bir adam, dolambaçsız cümleler, imbikten süzüle süzüle inmiş tane tane kelimeler ve şiir gibi öyküler var zihnimde, Leş'e dair.

Bilmem anlatabildim mi?

justine dedi ki...

Ben Ferit Edgü'yü yıllar yıllar önce, "İşte Deniz, Maria" öykü kitabıyla tanımıştım, Çello. İnanılmaz güzeldir. Anlatılmaz gerçekten de, öyle saf, öyle sade, iki üç cümlelik bir öykü. Edgü, öyküde minimalizmi savunuyor, sade, sade, çok sade öyküler, neredeyse çıplak ve durumları süslemeden yazıyor. Seviyorum ben onun hikâyelerini, ama özellikle "Ecco il Mare, Maria!"sını başka bir seviyorum. İlk okuduğumda vurmuştu beni, sonra görüntüler beynimden hiç silinmedi, iki yaşlı kadın, o yaşa kadar denizi görmeme durumu, sabah denizine sokulan bir ayak. Şaşkınlık, denizle ilk tanışma, havada asılı kalan, ayağını suya sokan yaşlı kadın imgesi, "İşte deniz, Maria!"
Kısa film yapmayı bile düşünmüştük Poliş'le, öyle bir etki;)

Sonra Kaçkınlar'ı var. Çok önce okuyup, yıllar sonra sevgilimle ilk tanıştığımız zamanlar o kitabın gölgesiyle yazışmalarımız. Benim ona, sakın ama sakın kurguya benzeme, demem, onun bana deliliğin özrü olmadığını anlatması. Kaçkınlar da güzeldir, hatta edebiyatta deliliğin en güzel anlatımıdır belki.

Okumadıysan hemen okusana İşte Deniz, Maria'yı, çok seveceksin eminim. Leş'i çok duydum, onu da ben okumayı düşünüyorum. İçinde bildiğim çok öyküsü vardır kesin, ama toplama öykü kitabı tabii, okumadığım çok şey de vardır. Ne diyorum ben yahu!? Sonlara doğru sapıttım yine, arada öyle çok telefon konuşması yaptım ki kafam bi milyon oldu valla;)
Hemen bitiriyorum, sarıldım, çok sevgiler.

çello çalan kedi dedi ki...

Ne hoşsun sen Justine.

Böyle okuduğu öyküden aldığı heyecanı, coşkuyu bu kadar sevinçle paylaşan çok az insana rastladım. Çok mutlu etti beni bu yorumun. Tarif edemem ki şimdi ben bu sevinci. Öyle tuhaf. Çok tanıdık. Gözlerim doldu bu yorumdan.

Şimdi gidip isteğini yerine getireceğim ve o öyküyü okuyacağım. Temmuz'un sıcak bir gecesinde, Jus'un isteğini, sevincini paylaşıp, balon olup gökyüzünü kaplamış coşkusunu pamukşekeri yer gibi afiyetle yiyerek :)

Blogger'ı düşünüp, gerçekleştiren amca, kimsen artık, sana da teşekkür ederim.

çello çalan kedi dedi ki...

Jus,

Geldim.
Hem kendime hem Oğuz'a okudum. Mutlulukla. Sen ne güzel anlatmışsın, yıllar önce okumuşluğuna rağmen. Şimdi "Ecco il mare, Maria!" daha da güzel. Siyahlar içindeki o iki yaşlı kadının yanına bir de sen iliştin şimdi.

Kör ve Oğlu'nu da okudum yine yüksek sesle biraz önce. İlk okuduğumda da yine böyle duygulanmıştım. Oğuz "ara ver istersen biraz" dedi, dinlemedim.

Bu elimdeki cilde toplanmış olan Edgü kitapları şöyle,

Do Sesi,
İşte Deniz, Maria
Doğu Öyküleri
Çığlık
Bir Gemide
Av
Devam
Bozgun
Kaçkınlar

Teşekkür ederim Justine. Paylaştığın için.

justine dedi ki...

Çello;)
Hemen cevap veremedim sana kusura bakma, dün bir tuhaftım, bir iyi bir kötü, anlarsın sen.

Kör ve Oğlu'nu da ben merak ettim şimdi. Yok bende, bulamadım. Neyse, aklımda, en kısa zamanda okuyacağım.

Demek sen de yay burcusun ha?! Ne güzel, onun için kısa sürede böyle iyi anlaştık;p

Canım birazdan çıkmalıyım ben, sana hemen okuduğum Dosto kitaplarının çevirisini söyleyeyim. Ben Suç ve Ceza'yı Cem yayınlarından okumuş ama hiç memnun kalmamıştım. Sonra İletişim'in harika Ergin Altay çevirisiyle okudum. Karamazov Kardeşler, Cinler, Tolstoy'un Anna Karenina'sı ve Kroyçer Sonat'ını yine Ergin Altay'ın Rusçadan direkt çevirisiyle okudum ve çok memnun kaldım. Budala, Mazlum Beyhan çevirisi ve yine İletişim Yayınları baskısıydı, o da güzeldi. Zaten İletişim'in Orhan Pamuk editörlüğünde bastığı seri çok güzel. Özenli çeviriler ve çok kapsamlı, ilginç önsözler var.

Şimdi hemen kaçsam, sonra konuşuruz seninle tamam mı? Çok sevgiler.

çello çalan kedi dedi ki...

Tamamdır, süper oldu bu bilgi, hoop cebimize koyduk.

Ben şimdi öyle belli süreler içerisinde senden ille de yanıt almalıyım düşüncesi taşımadığım için, lütfen mahcup olma. Annemin yapmak istediği bir iş var diyelim kafasında, ben ona gittiğim zaman, başlıyor anlatmaya, "bugün şunu yaptım bunu yaptım onca iş hallettim, elim bir şuna ermedi!" buradaki "elim ermedi" deyişini çok seviyorum, bu elin ermemesi hali misal ikişer tepsi börek çörek yapmış ama eli tuzluğa tuz doldurmaya ermemiş gibi çok basit, kolaycacık bir iş dahi olabiliyor. Yoğunluğunu anlatmak için bu deyimi sıkça kullanıyor. Hoşuma gidiyor bu. Yani aslında insanın eli ermez işte bazen.

Anlıyorum seni. Bir iyi bir kötü halleri de.

Öpüyorum Jus.