16 Haziran 2013 Pazar

Konu başlıkları candır...

1- Bu iş böyle olmayacak, en iyisi yazmalı, yazmadığım zaman kitabı alıp gönül rahatlığıyla rafa kaldıramıyorum. Twitter'da Melisa Kesmez'i takip ediyorum, kitaplar hakkındaki önerilerine gözüm kapalı güveniyorum. Melisa, yenilerle aramda bir köprü gibi, yeniye elim çok korkak, üzerine bir iki kelime okumadan alıp vakit kaybetmek istememe hali, üzüleceğime Dosto'ya sığınırım düşüncesi... Bu yıl bir Barış Bıçakçı, bir Mahir Ünsal Eriş, bir Onur Caymaz... Üçü de şahane... Yeniler gümbür gümbür geliyor... Hem meydanlara, hem yayınevlerine...

Okurken bir yazarın ilk kitabı olduğunu hissettiğim anlar olmasını bir yere koyarsak, çok naif bir adamın eline düşmüş kelimeler, bu adam gece siyahlarını giyip son ses müzik çalan bir bara gidip sarhoş olmazmış da sanki gündüz vakti, çay bahçesine oturup çayını yudumlayıp gölgede kah başını öne eğip gazetesini okur kah geleni geçeni izlermiş gibi... Yokluğu iğdiş edip edebiyat yapmaya çalışmaktansa taşrada olup biteni var ederek yazmış dedim kitap bittiğinde. İyi ki okudum... Mahir'in evi bana iyi geldi...




2- Gökyüzü Sineması... Kaybetmiş insanların bilet alıp oturdukları bir sokak...Sandalyeler bel ağırtan cinsten.. İki cansıkıcı öykü, yolları kesişen iki insan, Muhsin ve Ferhat. Yani çok şenlikli değil bu sinema. Hüzün kokuyor.
Onur Caymaz'ın duruşunu seviyorum. İdeolojik söylemlerini, keskinliğini ve bu iki uzun öyküsünde dile getirdiği gerçekleri ... Özellikle ilk öykü su gibi, lıkır lıkır, zorlamayan bir dil, bizden biri. Her iki öyküyü daha önceki kitaplarında yayınlamış, şimdi, yıllar sonra ikisini alıp sevip okşayarak yanyana almış, okumaya susadığım günlerde bana çok iyi gelen bu adamı henüz tanımadıysan bu iki novella Onur Caymaz için iyi bir başlangıç..




3- Kitabı bitirdiğimde "Cemil'i yolda görsem tanırım" dedim. Böyle dediğimde, o kitabı sevmiş oluyorum, Cemil bana Zebercet'i de anımsattı, C.'yi de. Yani ister istemez yakında yine Yusuf Atılgan okumalıyım hissi ile bitirdim kitabı. Dili gayet oyunbazmış Barış Bıçakçı'nın. Kıvrak zekasına hayran oldum, dönüp tekrar tekrar okumak isteyeceğim bir kitap olduğunu düşünüyorum.

"Askerler babamı almak için geldiklerinde annemin Burda dergilerinin model paftalarını gizli planlarmış gibi dikkatle incelemişler, ne olduğunu anlamadıkları için de oracıkta paramparça etmişlerdi. Askerler çok az şey biliyorlardı, bilmedikleri şeyden korkuyor, yok etmek istiyorlardı. Biz askerlerden daha çok şey biliyorduk ve biz de bildiğimiz dünyanın bir an önce yıkılıp gitmesini istiyorduk" sy. 71

Elimde henüz başlamadığım "Bizim Büyük Çaresizliğimiz" var, okuyup Seyfi Teoman'ı da anmak istiyorum. 



4- Canım Tante Canım Rosa.. Yalan yok, yıllardır ukte olan bir yazarı aldım elime, sardım, sarmalandım, heyecanlandım, Rosa ki "bütün kadınca bilmeyişlerin tek adı", sembol gibi... Kurallara ters düşen, aykırı ve elbette yalnız kadın. 

"çıplaktık, yürüyorduk, utanmayı öğrenmemizle unutmamız bir olmuştu, çıplaktık yürüyorduk. kimin sınava girdiği unutulmuştu, çıplaklık unutturucudur. biz unutmak için, kaçmak için soyunanlardandık, kaçmak için. oysa hatırlamak için soyunulur, hatırlamak için, yüzyıllardan beri unutulanları hatırlamak için. neyin olmadığını, neyin olamayacağını hatırlamak için, yeniden başlamaya gücü olmak için, seçim yapmak için, seçim yapabilecek açıklığa kavuşabilmek için. hayır demek için, evet demek için, başkaldırmak için, yakıp yıkmak için, barış için soyunulur, soyunulur. tante rosa daha bir kez olsun bunlar için soyunmadı, bunlar için soyunmadı, bunlar için soyunulabildiğini düşünmedi, görmedi, bilmedi. tante rosa bütün kadınca bilmeyişlerin tek adıdır. işte unutmak için, neyi unutmak, neden kaçmak için, işte bunlar hiç bilinmiyor, bunları bilmek bile bir ad değiştirmektir, bir kılık değiştirmektir, neden kaçtığını, neyi unutmak için soyunulduğunu bilmek, sadece bunu bilmek, doğduğu anı bilmek, çıplak doğmuş olduğumuzu bilmek, çıplak öleceğimizi bilmek, hiçbir şeyi bilmemek ya da, ama hiçbir şey bilmediğini de bilmemek, yararsızlığı bilmek, yararsızlığı. bunun için soyunmak ve suyun dibini görmek."


5- Şurup ve Çilek. 25 Nisan günü Oğuz taşıma sepetine koyduğu gibi alıp evimize getirdi. Edirne'de Alipaşa Çarşı'sının hemen arkasında tuvaletlerin yanındaki bir arada yaşıyorlardı. Artık bizim evimizdeler. Tekir özelliğini fazlasıyla taşıyorlar. Çok hareketli, çılgın oyuncu, bizi rahat uykumuzdan alıkoyacak kadar serseriler. Arkadaki, biraz "ne çekiyosun" bakışı atan Çilek dişi olanı ve 2 ay sonra kısırlaştırılacak ki Şurup Bey ile aralarında kardeşlik ilişkisi başka boyutlara taşınmasın. Şimdilik ilişkimizin çok başındayız. Geveze Baykuş çok şahane bir yorumla olayı özetledi, "Pirinç'in yokluğunu ancak iki kedi doldurabilirdi." 

Pirinç'i çok özlediğimi yine söyleyeyim, Pirinç dost, Pirinç can, Pirinç kardeş, Pirinç evlat gibi.. Bu sıpalar onu özlediğim gerçeğini değiştiremeyecek, ama sanırım kedili bir yaşam kolay vazgeçilecek bir biçim değil, anlatması zor. 


6- Edirne'den bir kare... Yaşananlar için söyleyeceğim yeni hiçbir şey yok. Çok üzgünüm sadece...


Hayat bizim için bugünlerde biraz böyle...


2 yorum:

serpil dedi ki...

Sevdiğim her şey var bu yazıda ( 6 hariç tabii)
Mahir Ünsal Eriş'in yeni kitabı çıkmış bu arada.

çello çalan kedi dedi ki...

aaaa serpil haberim yoktu bak, teşekkür ederim haber verdiğin için. Almalı...